İçeriğe geç

Diplomam Var Lakin Konulara Mezun Değilim

imagesCADSMI2PBirer çay çek usta” dedim, “bir de en fiyakalısından kâğıt ve kalem.” Kâğıt, fiyakalı müsveddeler yığınından özenle seçilmesine rağmen kalem şu bir kere kullanınca tükenen turuncu renkli mavi kapaklı meşhur cinstendi. Olsundu, aylar sonra, yazmak iştiyakı merhaba demişti. Mevzular sığdı, gün kısaydı, yazılacaktı.

“İnsan en çok çayla demlenir, demli çayla biraz demlen, kahve göndereyim.” Ah be ustam! Sen demini çoktan almışsın da biz hâlâ çakırkeyfiz.

“Abi arkadaş gelmeyecek sanırım, gelince getireyim onun çayını, iki seferdir soğuyor, geri götürüyorum.”

Çıraklar hep münasebetsizdir zaten. Edep dersinden bütünlemeye kalmış, empati dersinden kırık not almışlardır. Canları çok acıdığından can acıtırlar belki. En çok da çırakların canı acır aslında. Kötü niyetli değil elbet ama bir çırak bana abi dedi n’eyleyim?

Münasebetsizlikten bahis açılınca haberlere göz gezdirmek geliyor aklıma… Memlekette yine ne yok diye bakıyorum satırlara. İşte bir haber: “8 yıldır atama bekleyen/atanamayan öğretmen intihar etti.” Dikkatinizi çekerim “atanamayan öğretmen…” “Allah’ım Yarabbim, sen büyüksün” diyorum. Al sana bir yazı konusu. Çaydan, kahveden bahsedecekken, mevzu nerelere gidiyor. Yine de bunu yazmalıyım diyorum kendi kendime. Bunu yazmalıyım çünkü bu mesele tam da aylardır suskun kalmamın izahıdır. Eğer anlatabilirsem…

Sizler –şimdi- işsizlik meselesinden, atanamayan öğretmenlerin sıkıntılarından falan bahsedeceğimi düşünüyorsanız yanılırsınız. Eğer öyle bir beklentiniz var idiyse de rica ederim yazının devamını okuma zahmetine girmeyin. İntihar meselesi de değil mesele… O başlı başına bir yazı hatta kitap konusu… Mevtayı Allah affetsin diyor, rahmetler diliyor, yazının bahsine geçiyorum.

Malumunuz, bir insanın öğretmen olabilmesi için en başta birilerine bir şeyler öğretiyor olması lazım. Ama bizim memlekette eğitim fakültesini bitiren her kişiye öğretmen demek vaka-ı adi. Ne alaka arkadaşım, bu adam niye öğretmen unvanı aldı şimdi? Kime, ne zaman, ne öğretti? Hiç. Elinde sadece –eğer yeterli ise- öğretmenlik/eğitmenlik yapabileceğine dair bir diploma var. Mesleğe başladığı an da baş tacı olan unvanı gururla kullanır. O zaman düzeltelim: “atanamayan eğitim fakültesi mezunu.” Böyle söyleyince dikkatimizi celbedemezler bittabi… Daha bitmedi ama…

Bu kişiler niye atanamamış? Birileri hile mi yapmış, haksızlığa mı uğramışlar, adaletsiz bir durum mu var, diplomayı alın hemen maaşa bağlayalım mı demiş devlet? Yok. O halde niye “atanamamış” sıfatını kullanıyorlar? Algı yaratmak için efendim, algı…

Devletin eli mecbur ya, her eğitim fakültesi bitireni atayacak hemen? Niye? Çünkü eğitim fakültesini bitirdi, hakkı. Kimse kusura bakmasın ama adaletsizliğin daniskası bu olur işte. İktisadi ve idari bilimler fakültesini, fen fakültesini bitirenlerin başı kel mi? Siz hiç “atanamayan iktisatçılar”, “atanamayan fizikçiler” meselesini duydunuz mu? Sözüm meclisten dışarı, memlekette mantar gibi türeyen üniversitelerden birisine bir şekilde kapağı atmış, daha dört işlem yapmaktan aciz bir sürü üniversite mezunu var. Eğitim fakültesi mezunları da var bu kişilerin içerisinde. Açın bakın bütün sınavların istatistiklerine…

Şimdi soruyorum ey okuyucu! Evladını genel kültürden yoksun, dört işlem dahi yapamayan, son okuduğu kitap Cin Ali olan bir adamın/kadının eline bırakabilir misin? Ben bırakmam.

Bunları niçin yazıyorum. Şunun için efendim: memleket algı soytarılarından ve kavramların bokunu çıkaranlardan geçilmiyor. Bundan dolayı da gerçek meseleler hasıraltı ediliyor, seçim malzemeleri hiç tükenmiyor. İşin doğası bu değil mi? Doğru dürüst matematik ve hatta Türkçe bilmeyen adamı uyduruk kıytırık puanlarla üniversitelere yerleştirince, işe alırken de tekrar kalifiye olup olmadıklarını belirlemek lazım değil mi? Yapılıyor mu? El mecbur. Burada sınav sorularını tartışabiliriz en fazla, niçin sınav yapıldığını yahut niçin herkesin işe alınmadığını değil!

Ancak birisi de çıkıp demiyor: “devletin bürokratik kadrolarında niye bu kadar torpil dönüyor, niçin memleket evlatları mülakatlarda (!) çatır çatır, ısrarla eleniyor?” yahut “üniversite mezunu bir adam nasıl olur da temel matematik bilmez, ya da temel matematik bilmeden üniversiteden nasıl mezun olur?”

Kimse diyemez. Diyemez çünkü kavramların bokunun çıkarıldığı yerde diyalog kuramazsınız. Adaletsizlik bir lağımın içerisinde kendisini unutturur. Bir kadın cinayeti “erkek terörü”, terör örgütünün isteklerini yerine getirmek “demokratik açılım”, kapitalizmin ileri uç karakolluğuna soyunmak “Müslümana yapılan zulme dur demek”, polisin vatandaşa şiddeti “kamu görevi” olan memlekette çok sayıda eğitim fakültesi mezununun da “atanamayan öğretmen” diye anılması kaçınılmazdır. Polis demişken, bir şekilde –o şekli siz biliyorsunuz sayın okuyucu- polis yapılanın zulmüdür aynı zamanda bu. Adaletsizliğin, haksızlığın, hak etmeden bir şeylere sahip olmanın diyeti kafaya cop, ciğere biber gazıdır, neyse…

Hâsılı kelam, oradan çok vicdansız olduğum düşünülebilir. Ancak temel meselenin, ilk başta kavramların tahrip edilmesiyle insanların düşünmekten uzaklaştırılması olduğu unutulmamalıdır. Vicdansızlık bu tahribatın ilk elden etiketi olmaktan öteye gitmez.

Hak yolundan ayrılmamanız temennisiyle. Kepenkleri kapatır, tekrar kaçarım.

Baki muhabbetle…