İçeriğe geç

Yazar: Hamza Agholu

UZUN BIYIK’IN HAYATA DÖNÜŞÜ

Sıcak bir Afrika gününde aslanlar ceylanları kovalıyor, ceylanlar aslanlardan kaçıyor, hayat akışı her zamanki sıradanlığıyla devam ediyordu. Gökyüzünde süzülen kartal için de hikâyede bir değişiklik yoktu. Binlerce yıldır bu ormanda aslanlar ceylanları kovalıyor, ceylanlar da aslanlardan kaçıyordu. Bu sıradan hayat akışı kartala atalarından kalan bir mirastı. Sanki binlerce yıldır aynı kartal ölüyor, diriliyor ve her dirildiğinde aslanlar ceylanları kovalıyor, ceylanlar aslanlardan kaçıyordu. Gerçi ölümden sonra doğan, asla ölenle aynı olmazmış derler. Kimi daha sinirli, kimi sakin, sevecen vs ama kartal gibi kartaldı işte. Keskin gözleriyle ormanda sinek uçsa sineğin saç tellerini sayabilirdi. Son zamanlarda genetik mirasa onun da katkısı yok değildi. O da binlerce yıl sonra doğacak çocuklarına safari yapan turistleri miras bırakacaktı. Onun torunları için de sanki binlerce yıldır…

Kaptan, Hayata İnecek Var!

İnsanlık tarihinin son dönemini ve kültür değişmelerini, hızlıca gözden geçireceğimiz bu serüvenin, daha bilimsel ve daha derli toplu halini ünlü antropologların ve değerli sosyologların kalemlerinde bulabilirsiniz. İnsanlık tarihi kullanılan ulaşım araçlarının hızıyla paralel bir değişime uğruyor. Atın ehlîleştirilmesinden önce emekleyen insanlık, ışınlanmanın konuşulduğu bugün nazil bir hal aldı varın siz düşünün! Kültürü de hayattaki değişim ve gelişimden izole olarak düşünmek mümkün değil. Hayatımızda hiç olmayan ateşin gecelerimize mum ışığı ile ortak olması en romantik duygulara gebe kaldı. İnkâr edilebilir mi? Bayram ertesi, bayramdan örnek verip yolumuzu bulacak olursak, kısa mesaj bile yazmadan sadece “iletilen” kartpostallara kavuştuk şu mübarek günlerde. Sanal sohbetler vardı, sanal sohbetler sanal sekse evrildi. Sanal seks ile artık bulutlara yükseldik derken, bir avuç çomar whatsapp grubu ile…

ANKARALI UZUN BIYIK AFRİKA’DA

Sıcak bir Afrika gününde yine aslanlar ceylanları kovalıyor, aralarında en zayıf olanı sürüden ustaca ayırmayı başardıktan sonrada yakalayıp afiyetle mideye indiriyordu. Kalan parçalar sırtlanların, tilkilerin ve akbabaların da kursaklarından geçtikten sonra, gözbebekleri ufak tefek kuşların gününü bayram ettikten sonra bir lokması dahi israf olmadan doğadan temizleniyordu.

Sıcak bir Afrika gününde ceylanlar aslanların saldırısına uğruyor, ceylanların en zayıfları sürüden ustaca koparılıyor ve aslanların keskin dişleri altında can veriyordu. Can verdikten sonra yaşananlar ise yukarıda anlatılandan farklı değildi. Afrika’da ceylanlar ölülerini gömmezler. Diriyken kaybettiklerinin öldükten sonra parçasını dahi bulamazlar. Ancak etleri aslanların, tilkilerin ve hatta ufak tefek kuşların vücutlarında proteine dönüştürülüp enerji olarak harcandıktan sonra oluşan dışkı ile toprakla buluşur.

Ve bütün bu yaşananlardan sonra Afrika çöllerinde huzur yükselir.

Bütün bunları israf üzerine kurulu insanların dünyasında anlamak zordur. Uzun Bıyık için de bir aslan olmasına rağmen anlamak zor oldu. Ne de olsa bundan bir gün önce Ankara’nın ortasında bir hayvanat bahçesinde insanlar dışında hiçbir canlıya temas etmemişti.

Dünya bir satranç tahtası değildir!

Olmamalıdır! Hem Tuncay hem de Asaf ilk bir kaç gün ne olup bittiğini pek anlamasalar da ve kimseye dertlerini anlatamasalar da durum yeterince açıktır. İş başa düşmüştür (Unutkanlar için tekrar edecek olursak, dev göktaşının avrupaya çarpmak için Çocuk bayramını bulması iki tane ufarakçanın başına bela olmuştu). Yapılacak bir şey yoktur. Kendi aralarında oturur ve durumu görüşürler. Sıkıntılar insanı çabuk olgunlaştırır. Bir günde saçları beyazlayan Cüneyt Arkın filmlerini biliriz hepimiz. Onlar da artık kolları sıvamanın vaktinin geldiğini anlarlar. Bu olgunluğun arkasında yüzyıllar boyu çocuklarını devlet geleneği ile büyüten, onlara hayatlarının ilk adımlarında padişah hayatları okutan ailesinin ve devletin kurucusunun hayat izlerini adeta yaşatan öğretmenlerinin payı yadsınamaz. İlk günlerde herşey iyi bir şekilde gitmektedir. Her ikisi de panik anının uyumu içinde elinden geleni yapmakta, bakanlar…

Hayat bir futbol sahasıdır!

göktaşı

20 Nisan 2022!

Ankara’nın göbeğinde Cumhuriyet ile yaşıt bir ilkokul.

Öyle bir ilkokul ki içinden kimler yetişmemiş?

Cumhuriyet ilkeleri ışığında okumayı öğrenip aynı doğrultuda eğitim hayatını tamamlayan ilk bürokratlar hep bu okuldan mezun olmuş. Cumhuriyetin 99. yılında, Çocuk Bayramında Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamlarına oturacak çocukların bu okuldan seçilecek olması, sanırım kimse için tesadüf olmamıştır. Merak edilen tek soru şu olabilir: Hangi çocuklar?

Gözlüklü, göbekli Seyfettin amcanın oğlu gözlüklü ve göbekli Asaf. Okuma yarışmalarında birinciliği kimseye bırakmayan o zeki çocuk. Bu çocuğu görünce zeka ve çalışkanlığın genler vasıtası ile aktarılabileceğine insanın inancı bir kez daha artıyor. Büyük dedesi cumhuriyet, babası da günümüz Türkiye’sine imza atmış başarılı isimlerden. Öyle görünüyor ki Asaf da aynı yolda kararlılıkla ilerleyecek. Zaten adını ve soy adını söyle sana gelecek tahlili yapalım. Asaf Tunçbilek!

Yine, yeni, yeniden…

Memlekette amatör maçların oynandığı halı sahanın yanından geçerken durakladım.  Çünkü biz top peşinde koşarken orası halı değildi. Kum bile değildi. Betondu! On yılımı verdiğim sahanın şahidi dizlerimde oluşan yara beredir. Şimdi görünce eski anılarım canlandı.

Uzun zaman top ile verdiğim mücadelede üniversite sınavı da dâhil hiçbir şey beni yıldıramamıştır. Fakat ara ara yaşanan sakatlıklar ve hastalıklar nedeniyle sahalardan uzak kalmışlığım vardır. Sakatlık dönüşü her zaman sanki ilk sahaya çıktığın gün gibi olur. İlk on dakika top ayağına dolaşır, acemilik çekersin. Bir yandan da normalde koşmayacağın yerlere koşar, tekmeye kafa atarsın. Şimdi yazarken aynı duyguları meslekte de yaşadığımı farkediyorum. İlk atandığımda telefonumun hızlı aramalar bölümünde konsültan hekimlerimin numaraları kayıtlıydı. İçinden çıkılamayan durumlarda 24 saat yol yardımcılığı yaptılar.

Hayatım boyunca hep iki işi bir arada yaptım. Ders çalışırken televizyon izledim, kitap okurken müzik dinledim. Üniversite sınavına hazırlanırken futbol oynadım, vizelere hazırlanırken bilgisayar oyunlarına sardım. En son Anadolu’nun ücra bir köşesinde, yolun gerçekten bittiği bir ilçede ders çalışmak dışında bir iş bulamayacak noktaya geldim. Orada da üzerime düşeni yaptım ve dil öğrenmeye merak sardım. Rüyalarımı yabancı dilde görüyorum! Yeni hayatım ile ilgili tek gelişme bu da değil! Üstüne bir de göçebe oldum. Hem de yazlık-kışlık diye yılı değil ayı ikiye böldüm.

Bir susuştur, çaresizlik

Not:Bu hikaye, gerçek olamayacak kadar gerçektir. ‘’Hayır’’ diyor. ‘’Hayır izin vermiyorum. Kesemezsiniz ayağını, kestikten sonra ne işime yarayacak ki.’’ Ortamın gerginliğini, kasvetini, çaresizliğini, insafsızlığını, hayvanlığını dağıtmak için La havle’leri sıralıyorum. Düşüncenin bütün yolları çıkmaz sokağa varıyor, duygular bataklığa saplanmış insaf bekliyor. ‘’Beyefendi sanırım anlatamıyorum, eşiniz eğer bu ameliyatı olmazsa, ayağında ki enfeksiyon vücuduna yayılacak, ve ölecek.’’ Cümlenin son kelimesine, son hecesine bütün gücümle ve sabrımla vurgu yapıyorum, anlasın diye. Anlasın diye yalvarabilirim, çaresizliği tadıyorum doyasıya. Kadıncağızla göz göze geliyorum, susuyor. Çaresizlik, umutsuzluk ve hiç yaşayamamışlık var yorgun gözlerimde. Hangisine ben sebep oldum seçemiyorum. Ölür vurgumla, vurgun yiyen ben oldum . Kalan gücümü de kadının gözlerine kurban ediyorum. ‘’Bak kardeşim’’ diyor. ‘’Benim karım değil mi, ben istemiyorum böyle bir ameliyat, doktor…

BABA DEDİ!

akılküpüBir süredir yüküm sırtımda gezip duruyorum. Kaç kilometre yol yaptığımı ben bile bilmiyorum. 7’den 70’e bir sürü insanla muhabbet ediyorum. Hem üst hem de alt sınırda gezenlerden de çok şey öğreniyorum.

Jazz müzik cdsi koyun arabanıza, bir gün lazım olabilir!

Alt sınırdakiler daha çok duygusal öğrenmeleri gerçekleştiriyor. Bu grupta yedi değil iki yaşında bile muhattaplarımız mevcut. Kendisi yürüme ve hatta koşma dönemine girmiş olsa da konuşma eylemi henüz emekliyor. Bir iki kelimden müteşekkil bir kelime hazinesi mevcut. Birisi tahmin edebileceğiniz üzere “anne”, diğeri de “baba”. Bunun yanında “annanne” gibi birkaç tane daha yarım yamalak kelimesi ve papağan misali tekrarlama yeteneğine ulaşmış durumda.

Baba!

Henüz baba olmamakla birlikte, bu kelimeyle ilk karşı karşıya kalındığında oluşacak atmosferi tahmin etmek çok zor değil. Niyeyse gözümde Türk filmlerindeki kavuşma sahneleri canlanıyor. Hani yavaşlatılmış bir şekilde uzun uzun koşarlar da bir türlü bir araya gelemezler. Sonrasında da vuslat hasıl olur ve eski adamların bile gözlerinde birkaç damla yaş oluşur. Öyle bir mutluluk işte!