İçeriğe geç

Yazar: Ferhat Armut

Ne Olur Yanıma Otur

Ferhat Armut, Ballad No.1 ”Seni Tembelce Sevmek’

Ne hallere düştük?
Bulutların yırtık bağrından dökülen,
Mor renkli korluklar gibi.
Yüzler gölge gölge,
Kimseler mutlu değil!
Anılar zeytinyağı…
En kötü ihtimal ise,
Yeni girmiş gösterime.
Rüyaları da anladım,
Bunca ömür, illiyet kurmak için.

Mahkûmiyet Çorbası Tarifi

masa

Bu böyle gidecek sanırım. Hep böyle gidecek…
Devamlı bir oluş içinde bulunupta, hiçbir şeye yaramayan işler yaptığının farkında mısın? Peki, işe yarayan birkaç şey söyler misin? Hapsolduğun bedeninde saçların, gözlerin, sesin daha güzel olsa ne değişecek? İstediğin zaman kapıdan çıkıp tekrar dönemeyeceğine göre… Vücudunu kontrol etmen, ona sahip olduğun anlamına gelmez. Bedenine mahkûmsun!

Yağmur beklemek… Aşk soyunur yağmur yağınca. Nefesinden soğuk bir duman çıkar, sokak lambaları pus olur. Nasıl geldik buraya?

Kime faydası var okuduğumuz kitaplarımızın? Öğle arası yine nohut yemeği yiyeceğiz. Ne kadar paramız olsa da, menüde o her zaman olacak. Olmasa da idealar dünyasında var olacak. Nohut yemeğine mahkûmsun!
Ya genel tuvaletlerin kapısındaki pipo resmi? İçeride sigara içmek yasak. Bundan, sigara içilmez ama pipo içilir mi? Yoksa pipo içen insanlar buraya girebilir mi, anlamalıyım? Sigaramın kalmadığının farkına vardım… Anlaşılmazlığa mahkûmsun!

İlkeleri Kuşatılmamış Şiir

Dur, şurada akşamdan kalan yarım saatlik uykum var. Zehretme! Bilmiyorum o meseleleri. Gözlerimle girmişim derde, bir de sen üstüne, Tamam, ağlama, anlatırım bir perde. Önce kuşatır seni baştan aşağı karanlık, O kavramadan seni, tutmalısın nefesini. Korkularından vazgeçeceğin kadar uzun, Güven duyacağın kadar da zifiri. Sonra suyun intiharıdır, senin hayat sebebin, Düşen her yıldırım, rastlayacaktır bedenin, Üşüyüp, kuruyup mahçup olunca dilin, Kelimeler çürüyecek, dökülüp kum olacaklar. Berduş değilsin, baksana zincirine? Verilse kanatların, uçar mısın? Söyle! Şefkati yazma, sınama; belki varoluşuna sebep, Suyumuza karışmamalıydı, tek damla mürekkep. Merhametini dert etme, o hep şu dağın ardında, Kör olan sen değilsin, senden gayrı her nokta, İki gözünün arası, belki biraz daha yukarda, Esir almadan seni, teslim ol. Kıpırdama! Bilirsin, zamanı hapsedemez gizlersin. Sonra gölgelerini…

Otogarlar, Otobüsler, Oteller ve Şiirler

Şiirler en fazla otogarlara, otobüslere ve otellere yakışıyor… Otogarlardaki ayrılışlar, belki hayatın wc molası, belki de ayışığında metal tabaklarda yediğin günün özeli. Geçmişi özlememizin, nerede o eski… ler? dememizin nedenlerinden bir de bu değil mi? Bildiğimiz, yaşadığımız içkin olan zamanları, hiç bilemeyeceğimiz, o nedenle de sınırlı bir şekilde yön verdiğimiz -gelecek- e tercih etmemiz. Otobüsler, saatlerce tanımadığın insanlarla amaç birlikteliği edindiğin ve seyahatin cari zamanından kopup ontolojik düşüncelere koyulduğun zaman küpleridir. Bavulunu eline almanla birlikte hareketsiz düşünme hali, hareketli bekleme haline dönüşür. Bu sürede gelecekle ilgil bireysel emeklilik, yatırım, kaldırım vs. şeyleri değil, vücudunda meydana gelebilecek çizgileri anlamlarla doldurma derdine düşersin ve sonunda kendini, kendi mezarının ayaklarının dibinde hissedersin. Otogarlarda insanları izlemek, tekrarını izleyemeyeceğin bir gol gibidir. Her insan ayrı…

OTOGAR

Uçurumda kör gibi kalakaldım. Yapışıyorum kayalara, ellerim kanıyor; Ayaklarım, tırnaklarım kayıyor. Tutamıyorum sana verdiğim sözleri. Aşağı da pek çok kez baktım belki. Korkmak… Anlayamadığım bir şekilde, Hazırlanmam sona ermiyor. Zengin işi tabutumdan inerken, Yorgunluk dizlerime perçinlenmiş. Seni arıyorum mahşer yerinde, Çareler nefesimle tükenmiş. Nedamet… Buradan en başa dönemezsin. Buraya kadarını da silemezsin. Dev gibi bir kuş geçiyormuş üzerimden. Duyuyorum kanatlarının sesini, Hissediyorum rüzgârını, yelini, Namussuz her yeri gölgeledi. Endişe ve hayret… Benim şarkılarım çalıyor, Bu kuyunun en yüksek yerinden. Ölmüştüm son keresinde, Bırakıp gitmiştim sizlere pastelleri, Güneş her doğduğunda, Akarmış üzerinize lekeleri. Hasret… Biliyorum, gök çok gürledi. Gürledi de dökmedi, Bir damlasını peşimden. Sorma, sana haber vermeyeceğim, Biletli değil, ayakta gideceğim. Ellerim, bedenime nezaketen, Bunca uğraştan sonra da düşeceğim. Ve…

Seni seviyorum dememek için- 1

Ekmek fırınları gibiyim Dışardan tatlı bir kızıl, içim bin santigrat Bu kalbim yapış yapış Nereye gitsem bir parçası kanıyor Sanki isim benzerliğinden Polis beni arıyor Yeni asılmış çamaşırların kokusu Güneşten gözümü açamam ki Novum Organum ve yüzümün terlemesi Bilgi değil, seni sevmek meselesi Küçücük pastalar, şerbetli kalpler Çığ, şeker gibi beyaz Ölüm gibi soğuk, sensizlik Aynamın sırlı tarafı Ben sensiz, bitkisel ve çaresiz Antik yeraltı şehirleri gibi Yaşanmış ve ayaklar altına alınmış Kıyamet gibi, günü beklenmiş Zamanı gelmemiş, kavuşmamızın

Hamursu Külotlu Çorap

Açık alanlar insan kokuyor, Kapalı odalarsa hamursu külotlu çorap. Karanlıkta çıplak ayakla böcekler eziyorsun Parfüm kokan saçların elinde kalıyor Mistik bir önsezinin boktan birer tezahürü Sakla benden güzellik namına sunduğun Tüm gemilerin- okyanustaki batıklarını Korkut titrek ellerimle, rüyamdaki ölü görmelerini Sarkıt kendini uçurumdan aşağı Önce ben düşerim, iyiyse çağırırım seni Düşünme, bulamayacaksın çareleri Gerilme başladığı gibi bitecek; çamurla Bulanırsın, durulursun, dökülürsün Dalarken omzundan dürten eller Vecd anında kapıda ambülans beklesin Tıpkı üstümde dönen kuşlar gibi Ağlaşmayın artık yeter, yeter Sicimler parmaklarımı keserken Burada olmayan notalardan en zarifi Kaldırımdan yürü~ güneş tutuluyor Dünya tutuluyor, sen tutuyorsun beni Artık tahammüle bile sabrım yok Açık alanlar insan kokuyor, Kapalı odalarsa hamursu külotlu çorap.