İçeriğe geç

Yazar: Oğuz Atalay

Güntülü’ye Mektuplar I-II

(Güntülü’ye kavuştum. Ona ilk mektuplarımı yazmaya başladığımda, uzaktaki bir hayaldi belki. Şimdi gerçek oldu. Yeni mektupları yayınlamadan önce çok dar bir çevre ile paylaşılmış olan on yıl önceki birkaç mektubu da ufacık düzeltmeler ile paylaşmak istedim. Bir gün bu satırları okursan diye yazıyorum kızım: “hoş geldin.”) -I- 31 Ekim 2008 Tesadüfün yaratılmamış olduğunu bile bile tesadüfen yaşıyoruz. Yahut tesadüf sanıyoruz attığımız adımlar nihayetinde karşımıza çıkanları. İnkâra yelteniyor dudaklarımız, inandıklarımız tersini söylerken. Kurulu makineler değiliz elbet, inkâr etmiyorum, lakin tesadüflere sığınacak kadar amaçsız değiliz. Hayallerimizi aynı kapta eritmişiz. Zamanı kovalamışız, hayallerin gerçekleşmesine adım atarken. ‘Kut’lu kılmışız anlarımızı, yaşadıklarımızı, yaşayacaklarımızı… Tesadüf değil adlandıramadıklarımız. Adını koymaya aciziz birçok şeyin, çünkü acz içerisindeyiz.  Asra yemin olsun ki; hüsrandayız.  Bildiğimizi sandığımız bilmediklerimiz çepeçevre çevirmiş etrafımızı.…

Seyyah Hikâyeleri-I

-Yakan nerde oğlum?

-Düğmesi koptu örtmenim!

Kitap fuarları üzerine yazmak niyetiyle başladım ancak malumunuz olduğu üzere konuları evveliyatından alarak anlatmaktan pek hoşlanırım, şimdiye dek yazılarımda o evveliyattan nihayete bir türlü gelememiş olsam da… Bu sefer tamamlarım hüsnü zannıyla yine de -Dandanakan’a gitmeden elbet- mevzuyu biraz geçmişten alarak birkaç kelam edeyim. Başlamadan önce hicapla belirteyim; sizler özlediniz mi bilmiyorum ama 3 senelik ara boyunca çokça lakırdı edip münasip/mübarek/müsait bir durakta inmemek terbiyesizliğini gösterdiğim için de bütün inecek var ehlinden özür dilerim. Lütfen kabul ediniz.

Teneffüs Sonrası Selam Yazısı

“Yazsana birader”, “niye yazmıyorsun?”, “yazıyorsun da yayınlamıyor musun?” ve ardı arkası gelmez sorulara en kolay cevap “bilgisayarım yok ortağım”dı. Bu çağda sığınılacak en komik bahane bu olsa gerek. Yazmak dediğin eylem bir kâğıt bir de kaleme bakar (mı?). Yazmak devrimci bir eylem değildir ve en çok da sıradanlaşmak bunaltır beni. Okumak ise esaslı bir devrimci eylemdir ve testiyi tekrar doldurmadan yola koyulamazsın. Yazdıkların okuduklarını kusmaktır nihayetinde, beyninin hazmettiklerini saklar, gerisini kusarsın. “O nasıl laf lan” derseniz eğer önce edebe davet ederim sizi. Bir seneyi aşkın süredir kus(a)mayışımı ve yazmanın niçin kusmak olduğunu anlattığım bu saçma, kısa, yarın unutulacak/unutulması elzem kelimeler yığınını okumak için “devamı”na tıklayabilirsiniz.

Dokuza Güzelleme ve Zamana Veryansın

Dilime kilit vurdum.Nice aksakallının yoldaşlığındaMelekler atlandı gök ağlamadan evvel.Ebemkuşağına büründüler sonraIşıklarıydı, sinemde parlayan maviVe kanatlarıydı, hürriyet sevdamın rengi.Hasreti şükür bildim, vuslatı tövbe…Beynimde, yeni sağılmış,Amber kokularıyla bezediğim binbir düşünce.Fikri fısıltılarla dokudum.Nicesinden rahatsız oldu sağır kulaklar,Yazdıklarımı -şükür ki- ancak kendim okudum.Gök ağladığında,Açtığında ellerini toprak,Sandım ki; gök çökecek ve yer yarılacak…Küçük kıyametler koptu gizliden,Eylüller saplandı bağrıma,İstese; güneşler yağdırırdı zulme…Gün geldi,Eylülden daha çok karardı Nisan…Boyunlarını büktü melekler,Kaybetti rengini ebemkuşağı…Ağlamayı unutunca gök,Sakallarını serpti göğün aksakallıları.Dokuz tuğ kaldırdım dokuz yiğitle.Dokuz diyardanDokuz ak güvercin uçurdum dokuz nâmeyle…Göğe saldım figânlarımı gün be gün;En çok ‘ben’ ağladım.Zaman ağlamasın diye… Mart’09

Bir Adam Batırma Hikâyesi-I

AdsızCumartesi günüm Ehligevi Adam’ın sesiyle başlıyor: “Ortak, 2 saate oradayım.” Perşembe akşamı iştahsızlıkla başlayan hastalığın son demindeyim esasen. Cuma akşamını cumartesi öğleye bağlayan kütük gibi yatmışlığım yetmemiş ama Ehligevi hem ilacım hem de konuşulacak çok mühim meseleler var. Ehligevi’ye sormadan “O”nu da çağırıyorum, üçümüz takılırız. Hakikatte “O” bize takılır, “O”nu da bu yüzden çok seviyorum belki. İstekte bulunmaz, öneri sunmaz, hiç konuşmaz. Çorbanın tuzu gibidir biraz. Çayın şekeri, gitarın teli, yazın sıcağı, kışın ocağı, denizin sesi, melodinin esidir nihayetinde. Ehligevi de sever onu, etliye sütlüye karışmaz, kimsecikleri kınamaz. Ana baba bacı, acıların ilacı, evin huzuru, aşkın muzuru, bilginin kusuru, sular gibi durudur hakikatte.

Diplomam Var Lakin Konulara Mezun Değilim

imagesCADSMI2PBirer çay çek usta” dedim, “bir de en fiyakalısından kâğıt ve kalem.” Kâğıt, fiyakalı müsveddeler yığınından özenle seçilmesine rağmen kalem şu bir kere kullanınca tükenen turuncu renkli mavi kapaklı meşhur cinstendi. Olsundu, aylar sonra, yazmak iştiyakı merhaba demişti. Mevzular sığdı, gün kısaydı, yazılacaktı.

“İnsan en çok çayla demlenir, demli çayla biraz demlen, kahve göndereyim.” Ah be ustam! Sen demini çoktan almışsın da biz hâlâ çakırkeyfiz.

“Abi arkadaş gelmeyecek sanırım, gelince getireyim onun çayını, iki seferdir soğuyor, geri götürüyorum.”

Çıraklar hep münasebetsizdir zaten. Edep dersinden bütünlemeye kalmış, empati dersinden kırık not almışlardır. Canları çok acıdığından can acıtırlar belki. En çok da çırakların canı acır aslında. Kötü niyetli değil elbet ama bir çırak bana abi dedi n’eyleyim?

Gezi Parkı Eylemlerine Dair… Meraklısına…

yeter-artik-ya-polis-cagricam_455445   Saatlerdir uyumak için kıvranıyorum, mümkün olmadı. Yazmak için sabahın ilk ışıklarını bekleyemedim. Bu siteden yazılarımı takip edenler bilir, nüktedan yahut hikâyet ederek yazmaktayım, yazmaktayız. Ancak bu sefer, affınıza sığınarak, çok doluyum ve olduğunca yazmak niyetindeyim.

Sevgili okuyanlarım, ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim, arkadaşlarım… Gezi Parkı olayları kulağımıza ilk ulaştığı anda, azgın kapitalizme bir çift lafımız vardı, sosyal medya aracılığı ile ettik. Lakin ertesi gün iş çığrından çıktı. Polis, hepinizin malumu mu bilmiyorum ama, öyle bir şiddet uyguladı ki; insanım diyenin yüreği parçalanırdı. Benim parçalandı. Site aracılığı ile zulme dair yazıyı da o sebepten yayınladık. Ve arkası gelmez protesto gösterilerini arkası gelmez polis şiddeti izledi. Biz izlemedik, yaşadık. Bileniniz bilir, başımdan çeşitli badireler geçti benim. Ama başıma gelen badirelerin hiçbirisinde başımı yastığa koyduğumda ağlamadım. Hiçbirisinde yatmanın inandıklarıma ihanet olduğunu düşünmemiştim. İlk defa yaşadım bu duyguları. Size uzun uzun yaşananları, yaşadıklarımı, yaşadıklarımızı anlatacak değilim. Görmek isteyene meydanlar sonuna dek açık. Merak edenler, benden dinlemek isteyenler de bana bir şekilde ulaşır. Derdim apayrı…

Tuvalet Manifestosu

manifesto     Aslında ben bu zıkkımı hiç yazmayacaktım. Kelimelerden yükselen bok kokusuna tahammülüm kalmadı çünkü. Ortalıkta çekilecek bir sifon da yok. Dahası helâdan dışarı adım attıracak ne amcam, ne dayım, ne de bibim var. Aynı yerde tıkılıp kalmaktan ve bir türlü bok kokusuna alışamayan burnumun marifetiyle, öğürmekten başka yaptığım hiçbir şey de yok. Madem öyle… Öyle valla… Biraz da bizim kelimelerimizde yükselsin necaset kokusu… Kendi bokumuzda boğulalım. He valla…