İçeriğe geç

Anneme açık mektup

 

Değerli Anneciğim

Erkek evlat olarak anne olmanın ne demek olduğunu anlayamayacağımızı her seferinde söylüyorsun. Ne demek istediğinin gerçekten farkındayım. Bu konuda açıkçası yapabileceğim de çok fazla bir şey yok. Hatta hiçbir şey yok! Üzülüyor muyum bu konuda bilmiyorum. Ama biliyorum ki sen de baba olmanın ne demek olduğunu bilemeyeceksin. Sanki sen biliyorsun diyeceksin. Bilmiyorum! Ama şansım var.

Ankara’ya giderken araya sıkıştırdığın elmaların ve çikolataların esrarını çözmüş olmanın rahatlığı içindeyim. Burada pek çok Yörük tanıdım. Ben bizleri, sırf şehir hayatına tamamen geçmişiz diye onlardan farklı sanırdım. Gördüm ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bizim sülale de anca benim neslimden itibaren tamamen “yatuk” olmuş.

Hayat artık değişti. Eskisi gibi bir yerde bulduğunu başka bir yerde bulamadığın çok olmuyor. Hele hele Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde, diğer illerden çok daha fazla avantajın var bu konuda. Malum ben de yedi yıldır Ankara’da yaşıyorum. Her şey var burada biliyor musun? Hem de daha ucuz! Tabi ki biliyorsun.

Bunları sitem etmek için yazdığımı düşünme! Okurken “bak sen şuna, annesine nasıl da laf söylüyor” dediğini duyar gibiyim. Ama emin ol seni çok iyi anlıyorum. Anladığım için yazıyorum.

Uzun uzun zaman önce atalarım (ki bu hayatı şu anda da yaşayan insanlar var) bir yerde konaklar, sonra ne var ne yok toparlanır yaylaya çıkarmış. Haliyle yaylada süpermarket de yok! Tırnak makası, tuvalet kâğıdı doldurur çantaya, yüklerlermiş organik arabalara!

Bizim yaşadığımız kuşak çatışması değil! Bizimki Yörükler ile Yatukların hayatlarının çatışması. Ben Yatuk oldum annem. Artık sana “Ankara’da da elma satıyorlar” demekten vazgeçiyorum.

– Anne otobüste turşu bidonu mu götürülür?

– Götürülür götürülür bir şey olmaz!

– İyi de anne kokmaz mı otobüs, insanlar rahatsız olmaz mı?

– Bir şey olmaz poşete koyarız!

– Ben nasıl taşıyacağım Ankara’da?

– Taksiye bin, para veririm ben!

– Ama anne!

– …

– Baba?

– …

Böyle uzadı gitti ve sen başarılı oldun sanıyor şu anda yazıyı okuyanlar. Fakat yanıldıklarını sen de ben de biliyoruz. Çünkü elimde büyük bir koz daha vardı. Bagajı alan görevliye söylenecek üç beş kelimenin sorunu çözeceğini biliyordum:

– Usta turşu bidonuna dikkat et de dökülmeyecek bir tarafa koy!

Gözünde hiç büyümedik biliyorum. Hep bıraksan düşeceğimiz halimizle hatırlıyorsun bizi. İlk geldiğimde otobüsten bakarken ağladığını görmüştüm. 7 yıldır kaç kere geldim, kaç kere ağladın bilmiyorum. Sadece son geldiğimde de aynı sahnenin tekrarlandığını ve bir sonrakinde de tekrarlanacağını biliyorum.

Dur bir hikâye anlatıyım sana:

“Bir adam, bir kadına âşık olmuş. Kadın ne isterse yapıyormuş. Hikâyedeki kadın da herhalde şeytan olacak ki hiç akla mantığa uygun bir şey istemiyor.  En sonunda kahramanımızın (hikâyede başrolde oynadığı için öylesine diyorum. Yoksa bu performansla kahraman olacağı yok!) annesinin kalbini ister zalim kadın. Zavallı adam üzülür, ağlar anasının dizinin dibinde…”

Hikâyenin devamını anlatmıyorum. Çünkü biliyorsun sen zaten. Dur tahmin edeyim, hikâye seni anlatıyor değil mi? Seni ve bütün anneleri! Öyle olduğunu çok iyi biliyorum.

Oğlunla gurur duy anne eğer bu gurur duyulacak bir şeyse! Çünkü ben yerleşik hayata geçtim. Uzun zamandır gittiğim yere tırnak makası bile götürmüyorum. Çünkü biliyorum ki her caddede nasılsa alabileceğim bir “milyoncu” vardır.

Seni seviyorum “Yörük” anam. Bunca zamandır yaptıklarından, yapacaklarından dolayı değil. Sadece seviyorum. Sevgi pazarlıklı olur mu? Sevgide alış-veriş yapılır mı? Küçükken hep hikâye anlatırdın bana. Açıkçası hafıza problemim var, çok da hatırlamıyorum ama eminim ki anlatmışsındır. Benim de hikâye anlatasım tuttu bugün.

Bir tane derviş tespih çekermiş vakt-i zamanında. Bir kız geçerken yanından elinde elmalarla, kıza seslenmiş bizimki:

– Kızım kime götürürsün o elmaları?

– Sevdiğime!

– Kaç tane götürüyorsun?

– İnsan hiç sevdiğine götürdüğünü sayar mı?

Derviş utanmış ve elindeki tespihin ipini koparmış, bırakmış yere usulca.

Ben da sana sevgimde hesap gütmeye utanırım. Birileri her ne kadar Allah ile olan işlerinde bile hesaba düşseler de, kendi kıldıkları yetmez başkalarının kılmadıklarını da saysalar da ben saymıyorum. Sevginin ifadesini mesaj sayısıyla, güzel sözle ölçseler de sevgililer, ben ölçmüyorum. Ben hesap gütmüyorum. Sadece seviyorum ve belki de en çok seni seviyorum.

Anneler Günü gibi günlere bilirsin itibar etmem. Bu yazı başladığında da aklımda değildi açıkçası. Ama madem denk geldi ki madem tesadüf de yok hayatta, o zaman bu yazı senindir. İster Anneler Günü hediyesi, ister bir evladın lüzumsuzluğu olarak kabul et. Ben başlığı “Anneme Açık Mektup” koydum.

Hani demiştim ya hâlâ bıraksan düşeriz gibi geliyor sana. Aslında bana da öyle geliyor biliyor musun? Bakma zamanında ergen isyanı ile afili cümleler kurduğumuza, doktor olduğumuza, nişanlandığımıza filan. Bıraksan gerçekten düşerim. O yüzden hiç bırakma olur mu?

Oğlun