İçeriğe geç

Ay: Haziran 2014

Mahkûmiyet Çorbası Tarifi

masa

Bu böyle gidecek sanırım. Hep böyle gidecek…
Devamlı bir oluş içinde bulunupta, hiçbir şeye yaramayan işler yaptığının farkında mısın? Peki, işe yarayan birkaç şey söyler misin? Hapsolduğun bedeninde saçların, gözlerin, sesin daha güzel olsa ne değişecek? İstediğin zaman kapıdan çıkıp tekrar dönemeyeceğine göre… Vücudunu kontrol etmen, ona sahip olduğun anlamına gelmez. Bedenine mahkûmsun!

Yağmur beklemek… Aşk soyunur yağmur yağınca. Nefesinden soğuk bir duman çıkar, sokak lambaları pus olur. Nasıl geldik buraya?

Kime faydası var okuduğumuz kitaplarımızın? Öğle arası yine nohut yemeği yiyeceğiz. Ne kadar paramız olsa da, menüde o her zaman olacak. Olmasa da idealar dünyasında var olacak. Nohut yemeğine mahkûmsun!
Ya genel tuvaletlerin kapısındaki pipo resmi? İçeride sigara içmek yasak. Bundan, sigara içilmez ama pipo içilir mi? Yoksa pipo içen insanlar buraya girebilir mi, anlamalıyım? Sigaramın kalmadığının farkına vardım… Anlaşılmazlığa mahkûmsun!

Kapanmayacak Bi’parantez: Yağma Yok Dedi ve Göçtü Kaptan

” Hayal ülkeleri yolunda, haziran böcekleri yanar sönerdi. Korkular arkamda, yolun sonundaki ışık noktacıklarında umut, babamın getireceklerini, Eldorado’nun bir çağla erikte ısırılabilecek buruk ve hoş lezzetini beklerdim. “                                                                                                       Bahaeddin Özkişi, Göç Zamanı Hiç de öyle vikipedik bilgiler döşenme niyetinde değilim. Bilen bilir; bilmeyen de haline yansın. Bazen, erken olur bazı şeyler derlerdi de inanmazdım. Ben de böylelikle inandırıldım. Zaten hak ne vakit vaki olsa; o vakit bana göre hep…

İlkeleri Kuşatılmamış Şiir

Dur, şurada akşamdan kalan yarım saatlik uykum var. Zehretme! Bilmiyorum o meseleleri. Gözlerimle girmişim derde, bir de sen üstüne, Tamam, ağlama, anlatırım bir perde. Önce kuşatır seni baştan aşağı karanlık, O kavramadan seni, tutmalısın nefesini. Korkularından vazgeçeceğin kadar uzun, Güven duyacağın kadar da zifiri. Sonra suyun intiharıdır, senin hayat sebebin, Düşen her yıldırım, rastlayacaktır bedenin, Üşüyüp, kuruyup mahçup olunca dilin, Kelimeler çürüyecek, dökülüp kum olacaklar. Berduş değilsin, baksana zincirine? Verilse kanatların, uçar mısın? Söyle! Şefkati yazma, sınama; belki varoluşuna sebep, Suyumuza karışmamalıydı, tek damla mürekkep. Merhametini dert etme, o hep şu dağın ardında, Kör olan sen değilsin, senden gayrı her nokta, İki gözünün arası, belki biraz daha yukarda, Esir almadan seni, teslim ol. Kıpırdama! Bilirsin, zamanı hapsedemez gizlersin. Sonra gölgelerini…

Psişik Mevzular 40, ” Lâ Rahate Fîd Dünya Kovboy! “

                                                                                                                      Bekleyecek bi’şeyi olmayanlara, kalmayanlara… Semt sakinleri tarafından isabetli bi’unutkanlıkla kaybedilmiş parkın pek bi’asık suratlı bankında Ankara stili* ile oturmuş, not defterinin ırzına halet-i ruhiyesinin kamışı ile geçiyordu ki son model zembili ile tepesinde bitiverdiğini ancak fark edebildi. ” Yazık ” dedi ve oturdu, destursuzca. İstanbul stili** ile hem de… Asabı bozulmuş, uzleti sekteye uğramış, bütün aurası ürkmüştü. Ne yeri ne de zamanıydı.…

Tüm Durumlar Sabit

386881_10201027370434853_540085478_n
Zannediyoruz ki; kışın soğuktan ölenler
Yazın hakikaten yaşıyorlardı…
Hâlbuki ekonomiye hiçbir faydası yoktu
Donarak ölen bir bebeğin,
Enflasyon sepetindeki katı meyve sıkacağı kadar.

Durdurun artık, artmasın daha fazla gelir
Artıkça ağırlaşıyor,
Düşerse rezil oluruz, yerler hep kir
İşte köşede ölüyor biri
Sebebi başına düşen milli gelir

Otogarlar, Otobüsler, Oteller ve Şiirler

Şiirler en fazla otogarlara, otobüslere ve otellere yakışıyor… Otogarlardaki ayrılışlar, belki hayatın wc molası, belki de ayışığında metal tabaklarda yediğin günün özeli. Geçmişi özlememizin, nerede o eski… ler? dememizin nedenlerinden bir de bu değil mi? Bildiğimiz, yaşadığımız içkin olan zamanları, hiç bilemeyeceğimiz, o nedenle de sınırlı bir şekilde yön verdiğimiz -gelecek- e tercih etmemiz. Otobüsler, saatlerce tanımadığın insanlarla amaç birlikteliği edindiğin ve seyahatin cari zamanından kopup ontolojik düşüncelere koyulduğun zaman küpleridir. Bavulunu eline almanla birlikte hareketsiz düşünme hali, hareketli bekleme haline dönüşür. Bu sürede gelecekle ilgil bireysel emeklilik, yatırım, kaldırım vs. şeyleri değil, vücudunda meydana gelebilecek çizgileri anlamlarla doldurma derdine düşersin ve sonunda kendini, kendi mezarının ayaklarının dibinde hissedersin. Otogarlarda insanları izlemek, tekrarını izleyemeyeceğin bir gol gibidir. Her insan ayrı…

Gün’aydın mı?

Uykuyla uyanıklığın birbirine sarmaş dolaş olduğu ve aralamaya çalıştığı gözlerindeki bulutların arasından baş ucundaki saatini görmeye çalıştı; saat 11’e geliyordu… Uyanmak için göreceli olarak geç bir vakitti lakin yine de uykunun eteğine sığınmak istiyordu. Perdenin arasından odasını aydınlatmaya çalışan güneş, onu uyandırmak için fazlasıyla cılız kalmıştı. Gözlerindeki bulutlar mı gökyüzünündü, gökyüzündeki bulutlar mı gözlerine dolmuştu bilmiyordu. Ne zaman uyansa bir soruyla bütün ümitleri infilak ediyordu: “Bu güneş, hangimizin yüreğinde açılan karanlığı aydınlatabilir ki? Ya da bu uzun geceler hangi sahtekarlığı hangi yalanı hangi haksızlığı hangi acıyı saklayabilecek kudrette ki?” Uyandığı an içinde ayaklanan uyuma isteği de bundandı işte… Kalbine saplanan ümit şarapnelleri… Lakin gözleri açıldı mı bir kez, bir daha öylece atılamıyordu uykunun derinliklerine. Yitirdiği huzuru bulmak istercesine dönüp durdukça…

OTOGAR

Uçurumda kör gibi kalakaldım. Yapışıyorum kayalara, ellerim kanıyor; Ayaklarım, tırnaklarım kayıyor. Tutamıyorum sana verdiğim sözleri. Aşağı da pek çok kez baktım belki. Korkmak… Anlayamadığım bir şekilde, Hazırlanmam sona ermiyor. Zengin işi tabutumdan inerken, Yorgunluk dizlerime perçinlenmiş. Seni arıyorum mahşer yerinde, Çareler nefesimle tükenmiş. Nedamet… Buradan en başa dönemezsin. Buraya kadarını da silemezsin. Dev gibi bir kuş geçiyormuş üzerimden. Duyuyorum kanatlarının sesini, Hissediyorum rüzgârını, yelini, Namussuz her yeri gölgeledi. Endişe ve hayret… Benim şarkılarım çalıyor, Bu kuyunun en yüksek yerinden. Ölmüştüm son keresinde, Bırakıp gitmiştim sizlere pastelleri, Güneş her doğduğunda, Akarmış üzerinize lekeleri. Hasret… Biliyorum, gök çok gürledi. Gürledi de dökmedi, Bir damlasını peşimden. Sorma, sana haber vermeyeceğim, Biletli değil, ayakta gideceğim. Ellerim, bedenime nezaketen, Bunca uğraştan sonra da düşeceğim. Ve…