Bir sonrakinin bir öncekinden farkı olmayan günler silsilesinin sarmalına hapsedilen zaman diliminin “normal”leştirilen günlerinden biri daha akşama kavuşmuştu. İşten çıkmış, otobüs durağına doğru yürüyordu. Zihni özgürlüğüne kavuşmuş, harabeye dönmüş kalbini ve fırtınalar kopan düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Duyguları üzüntünün derinliklerinde boğuluyor, nefessiz kalınca kaygı ve öfkeye evriliyordu, bir şey diyecek olsa kelimeleri dönüp dolaşıp sessizliğe perçinleniyordu. Uzun süredir hep bir şeyler yazmak/konuşmak istiyordu ama hep “Yorum yapamıyorum artık” cümlesine takılıyordu bütün cümleleri. Ne dese vicdanındaki yangınları anlatamayacak, ne dese düşüncelerindeki fırtınaları dile getiremeyecekti kelimeler. Tahammülü kalmamış değildi, tahammülü hiç olmamıştı. Ona göre tahammül nasihatleri tez vakitte bırakılmalıydı, hoşgörü ummanında kendine yer bulamayana tahammüle gerek yoktu. Sağ duyulu olamıyor değildi, sağ duyulu olmuyordu! Gözlerinin içine baka baka yüreğine hançer saplayanlara sağ duyulu davranacak değildi. İç sesi her adımda kalabalığa haykırıyordu: “Sanılmasın ki suskunluk sessizliktir! Ya tahammül ya sefer. Tahammül etmeyeceğime göre…”
" Karga Tulumba da Denebilir! "