İçeriğe geç

Ay: Mayıs 2013

HİTAPSIZ KONUŞMALAR

296147_638774396152541_1565177312_n
Gök kubbe altında söylenmemiş hiç bir söz yoktur, diyerek rol çaldı. Tartışmanın geri kalanında elini güçlendirmek, kozu kendi seçmek, blöf yapmak, taş çalmak niyetiyle. Gazoz da olsa ortada bir iddia yoktu ama olsun. Olsundu, onu gülümsetmese, tepeden bakmasına izin vermese yeterdi. Gerçi onun böyle bir niyeti yoktu, sadece keyifsiz bir şehirde, kifayetsiz bir çay içme niyetindelerdi pazar sabahında. Tavla isteyeyim dedi, en azından akıl oyunlarına bir son verir, umudu zara bağlar, en kötü ihtimalle yenilir, daha kötü bir ihtimal olan koltuğunun altı yırtılmış lafını bilerek yutarak tavlayı kolu altına alırdı. Ama ihtimallerle kafa yormayı da istemiyordu. İki çay diye bağırdı, kendileri gibi keyifsiz şehirde, bir türlü kifayet yükleyemediği okuldan arda kalan zamanlarda garsonluk yapan çocuğa.
-Eee, o zaman konuşmayalım mı?
-Gök kubbe ne zaman kurulur, ne zaman yıkılır. Her insan doğduğunda kendi gök kubbesinin temeli atılır, öldüğünde gök kubbesi başına yıkılır. Verdiği cevabın ciddiyetine kendi bile şaştı.
-Desene sana yağmur, kar, boran, yok, siz devletlinin yazı bizim hangi mevsimimize isabet ediyor.
-Dört mevsim yaşanıyor bende, hem ben kendi kendine yetebilen yedi insandan biriyim.
-Ağır abiliğinin de nedenini öğrenmiş olduk. Daha keşfedilmemiş zengin uranyum, titanyum gibi ağır metal kaynaklarından olsa gerek, esmerliğin de petrol rezervlerinden.

Psişik Mevzular 31, ” Gider Bu Şiir “

Gider Bu Şiir Sen yok musun Sen! Işığa çıkarılmış gölge gibisin sen. Varsın ama görünmüyor, görünmediğin için yok gibisin sen… Şimşek hızıyla günde bilmem kaç kere aklıma geliyor, fakat çok da durmuyor “Yine gelirim nasılsa” deyip gidiyorsun sen… — Affedersin, buradan sana nasıl gidebilirim? Gitmek, başka yerlerin kesin gelişidir. Ben gelmeyi değil, eylem tadında gitmeyi severim. Ki ben zaten hep giderim… Renksiz bi’gidiş… İç içe geçmiş göklere ince dikiş Çocukluktan kalma alışkanlık bu; biraz eprimiş… Ve ben bu yollardan yürüyerek giderim Senin dönüş yollarından muhakkak geçerim… Serin ve nemli bi’rüzgârda gezinirken derim… Halbuki şimdi sen; bilemediğim zamanların şekillendirdiği biçimsiz mekânlardasın. Başkalarının hayatında mutsuzluğunla müsemma hayaller kurmaktasın. Ve ben salt bunu bilir, salt bunu giderim. — Çok mu-tlu- oldum? Çokça insan,…

Tuvalet Manifestosu

manifesto     Aslında ben bu zıkkımı hiç yazmayacaktım. Kelimelerden yükselen bok kokusuna tahammülüm kalmadı çünkü. Ortalıkta çekilecek bir sifon da yok. Dahası helâdan dışarı adım attıracak ne amcam, ne dayım, ne de bibim var. Aynı yerde tıkılıp kalmaktan ve bir türlü bok kokusuna alışamayan burnumun marifetiyle, öğürmekten başka yaptığım hiçbir şey de yok. Madem öyle… Öyle valla… Biraz da bizim kelimelerimizde yükselsin necaset kokusu… Kendi bokumuzda boğulalım. He valla…

BABA DEDİ!

akılküpüBir süredir yüküm sırtımda gezip duruyorum. Kaç kilometre yol yaptığımı ben bile bilmiyorum. 7’den 70’e bir sürü insanla muhabbet ediyorum. Hem üst hem de alt sınırda gezenlerden de çok şey öğreniyorum.

Jazz müzik cdsi koyun arabanıza, bir gün lazım olabilir!

Alt sınırdakiler daha çok duygusal öğrenmeleri gerçekleştiriyor. Bu grupta yedi değil iki yaşında bile muhattaplarımız mevcut. Kendisi yürüme ve hatta koşma dönemine girmiş olsa da konuşma eylemi henüz emekliyor. Bir iki kelimden müteşekkil bir kelime hazinesi mevcut. Birisi tahmin edebileceğiniz üzere “anne”, diğeri de “baba”. Bunun yanında “annanne” gibi birkaç tane daha yarım yamalak kelimesi ve papağan misali tekrarlama yeteneğine ulaşmış durumda.

Baba!

Henüz baba olmamakla birlikte, bu kelimeyle ilk karşı karşıya kalındığında oluşacak atmosferi tahmin etmek çok zor değil. Niyeyse gözümde Türk filmlerindeki kavuşma sahneleri canlanıyor. Hani yavaşlatılmış bir şekilde uzun uzun koşarlar da bir türlü bir araya gelemezler. Sonrasında da vuslat hasıl olur ve eski adamların bile gözlerinde birkaç damla yaş oluşur. Öyle bir mutluluk işte!

Uyanıkların Hikayesi…*

*Bu hikaye bizim yıllarca uyutulduğumuzu ve artık uyanmamız gerektiğini söyleyen uyanıklara ithaf olunmuştur.

uyku

Yatakta dönüp duruyor, bir türlü uyku perisi gelmiyordu. Gece boyunca saydığı koyunlar hiç bitmedi. Bildiği, duyduğu bütün yöntemleri denemesine rağmen, birkaç dakikalığına bile uyuyamamıştı. Yatağını yıllardır paylaştığı hanımı seslendi:
-‘’Sende mi uyuyamıyorsun?‘’
-‘’Evet’’ dedi, umutsuzca. Sesininde çaresizliğin ve usanmışlığın bütün tonları vardı. ”Sanırım akşam yemeği çok kaçırdık.”

Bu konuşmanın bir benzeri hane hane tüm kasabada yapılmaktaydı,eş zamanlı olarak. Kimi yemeği fazla yemesine, kimi borçlarına, kimi de karın ağrısına bağladı uykusuzluğunu. Ertesi sabah kasabadaki insanlar, bütün bir geceyi sadece kendilerinin uykusuz geçirmediklerini öğrendi. Lanetti bu durum ya da uğursuz bir hastalığa tutulmuştu bütün bir kasaba.