İçeriğe geç

Ay: Mayıs 2012

Hikaye İçinde Hikaye 5


Çay ocağında tanıdım… Çayın yüreklerde demlenip ince belli bardaklarla içildiği bir sığınıkta… Şehrin rahatsız eden kalabalığından rahatsız, tahta iskemlelerde kurtuluruz ancak. Kedisi, velisi bir de delisi eksik olmazdı buranın. Kışın ayazından, yazın alazına doğru bir ‘merhaba’ baharında; çayın yanına muhabbeti, muhabbetin yanına da sigarayı yoldaş ederken fark ettim onu. Allah’ın selamını verip bir iskemle çekti, oturdu masaya. Tek tanımadığı olduğumdan, bir an bile tereddüt etmeden uzattı elini ‘’Ben Mahmut, Kayseri’liyim, askerliğim dışımda başka yere çıkmışlığım yoktur.’’ dedi bir çırpıda. Hani yiğit nâmiyle anılır ya, daha önce “Şavrole Mahmut”u defalarca dinlemiştim, maceraları Nasrettin Hoca’yı ksıkandıracak, Köroğlu’nu utandıracak cinstendi. “Abi, ben de Ahmet diyebildim.’’ sadece.

Mahmut Ağabey orta boylarda, esmer yüzlü, mütebessim, ortalama Anadolu insanıydı. Vakt-i zamanında pala bıyığı, uzun saçları olduğu da rivayetler arasında… Siyah, parlak gömleği, uzun, sivri iskarpinleri, Sümerbank kotuyla Şavrole’den başkasına binemezdi. Zaten Şavrole’ye de Mahmut Ağabey’den başkası yakışmazdı. Bunu fark eden ehl-i irfan , “Şavrole” nâmını uygun görmüşler Mahmut Ağabey’e…

Kabul Ederlerse Cennetin Üstündekilere Bir Yazı

On dört yaşındayım. Kendimi adam oldum zannediyorum. Nerede? Ergenliğin en hararetli zamanlarında, dik kafalılığa hızla yol alıyorum. Gözümüzde büyüdükçe büyümüş, anlı şanlı bir okula kaydımızı yaptırmışız. Nereyi kazandığımızın belli olmasıyla okula başlayacağımız vakit arasında yaklaşık bir iki aylık zaman dilimi var ki; içim içime sığmıyor. Gurbete çıkacağız, başkent bütün ihtişamıyla bizi bekliyor, biz de sözde koskocaman adamız.

Otobüse bindiriyorlar beni memleketten, o ana kadar şen şakrak ben, otobüs hareket edince sıkıyorum dişlerimi. Dokunsalar o koskoca adam (!) ağlayacak. Annem ağlıyor, saklamıyor artık, bir bakıyorum, tam otobüs dönerken babam da ağlıyor. Eh, o zaman ağlanacak. Ankara yolu bitmiyor, ağladıkça ağlıyorum. Allah’tan başkentin grisinde baba yarısı bir amca, kendi evladından ayırmayan ana gibi bir yenge var. Karşılıyorlar, bir nebze ferahlıyor kalbim, şanslıyım. Anneme, babama kavuşmuş gibi sarılıyorum onlara. Bilmiyorum, anlıyorlar mı beni. Yurda yerleşeceğim, vakit geçmesin istiyorum. Ne mümkün, onlardan da ayrılık vakti geliyor artık, yeni tanıştığım arkadaşlara delikanlılık yapmayacak olsam yine ağlayacağım. Yok, bu sefer dönüyorum sırtımı, bambaşka bir hayata adım atıyorum.

Anneliğin Kutlu Olsun Anne, Seni Çok Hissediyorum…

Annemi seviyor muyum? Bilmiyorum. Yani kısmen diyeyim. Yani anneme karşı beslediğim duygular daha doğrusu beslemek için hiçbir şey yapmadığım halde doğuştan gelen bir insiyakla annemi içimde hissetmemin, söylem olarak bugün ki karşılığı – Anne, seni çok seviyorum, iyi ki varsın – ise eğer, kısmen doğrudur fakat baya bi eksiktir… Herkesin, herkese kolayca seni çok seviyorum diyebildiği bir dünyada ” Anne seni, çok seviyorum iyi ki varsın. ” deyip olayı çabucak geçiştirmem, annem için hissettiklerime hakaret olur, kutsiyet izafe ettiğim yoğun duygularıma ise hiç yakışmazdı… Ayrıca, ebedi sürekliliğe sahip, menşei henüz anlaşılamayan ve kesinlikle anlaşılamayacak olan bu duyguları tek bir güne indirgeme gafleti ise hem benim, hem annem, hem de kıymet biçilemeyecek cefa dolu o emekleri için çok basite kaçardı… O…

Anneme açık mektup

 

Değerli Anneciğim

Erkek evlat olarak anne olmanın ne demek olduğunu anlayamayacağımızı her seferinde söylüyorsun. Ne demek istediğinin gerçekten farkındayım. Bu konuda açıkçası yapabileceğim de çok fazla bir şey yok. Hatta hiçbir şey yok! Üzülüyor muyum bu konuda bilmiyorum. Ama biliyorum ki sen de baba olmanın ne demek olduğunu bilemeyeceksin. Sanki sen biliyorsun diyeceksin. Bilmiyorum! Ama şansım var.

Ankara’ya giderken araya sıkıştırdığın elmaların ve çikolataların esrarını çözmüş olmanın rahatlığı içindeyim. Burada pek çok Yörük tanıdım. Ben bizleri, sırf şehir hayatına tamamen geçmişiz diye onlardan farklı sanırdım. Gördüm ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bizim sülale de anca benim neslimden itibaren tamamen “yatuk” olmuş.

Hayat artık değişti. Eskisi gibi bir yerde bulduğunu başka bir yerde bulamadığın çok olmuyor. Hele hele Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde, diğer illerden çok daha fazla avantajın var bu konuda. Malum ben de yedi yıldır Ankara’da yaşıyorum. Her şey var burada biliyor musun? Hem de daha ucuz! Tabi ki biliyorsun.

Bunları sitem etmek için yazdığımı düşünme! Okurken “bak sen şuna, annesine nasıl da laf söylüyor” dediğini duyar gibiyim. Ama emin ol seni çok iyi anlıyorum. Anladığım için yazıyorum.

Çok Yakın Bir Zamanda Kendi Kendisini İmha Edecek Yazı

Bu gece hiç yazmayacaktım, aslında uzunca bir süre yazmak fiilinden uzak duracaktım, dayanamadım. Zaten hep bu vakitsiz yaptıklarım çorap örer başıma. Mesela ortalıkta kendisini unutturmayacak kadar sık görünen ama tadını kaçırmayacak kadar da az görünenlerden olamadım hiç. Hiç denge adamı değilim anlayacağınız, ondan “siyaset” dedikleri oyundan da hiç anlamam. Bildiğin ‘kalas’ım böyle mevzularda, şimdi içinden “estağfurullah” deme, öyleyim biraz. Bir de öyle bir şey var değil mi, farklı bir söyleyiş “aynen öyle” demekmiş, neyse sen anladın benim ne demek istediğimi. Şu an tek istediğim şey niçin yazı yazdığımı anlayabilmem. O da mümkünse…

Bugün şöyle maziye doğru uzandım biraz. “Nasıl uzandın lan maziye” der kesin içinizden birisi, aynen şöyle oldu efendim: bir arkadaşın üç beş satır yazmış olduğu harikulade bir şeyi okuyunca, “vay arkadaş” dedim kendi kendime “bu mevzu hakkında ben de tam da böyle bir şeyler zırvalamıştım.” Sözümü balla keseyim, bu ‘kendi kendine konuşmak’ mevzusu da ayrı bir yazı konusu zaten, monolog dedikleri garabetin hakikatte tam manasıyla diyalog olduğuna inananlardanım. Kafamda kaç tane adam var bir bilseniz, deliyim lan, tamam uzatmayın.

Yol Hikayeleri 3..

Yanlış masallarda büyüdük biz..Başkalarının masallarında, hayallerinde. Düşünmedik bir gün; kıssadaki hisselerin peşinde koştuk hep, ne kadar çok alırsak hisseyi o kadar büyük olacaktı payımız hayattan. Hissemiz kadar dolu yaşayacaktık hayatı. Farketmedik ki o hayat bizim hayatımız olmadı hiç, okyanusun hırçın dalgalarında başkalarının gemilerinde elimize tutuşturdukları haritalarla yol aldık sorgusuzca. La fontaine’nin meşhur masalındaki gibi. Karganın ağzındaki bir dilim peynire göz dikmişti tilki. Kandırıyordu kargayı, şarkı söyletiyordu ve bir dilimcik peyniri alıyordu ağzından. Karga aptal, tilki kurnaz oluyordu. Bizde elimizdeki bir dilim peynire sahip çıkıyorduk sessiz kalarak. Sahiden de böylemiydi? Kurnazlıkmıydı doğru olan, bir parça peynire tamah etmekmiydi akıllılık? Yalansa anlatılanlar, aslolan şarkı söylemekse… Anlamayacaklar bir parça peynir peşinde koşan tilkiler, bizim bed sesimizle söylediğimiz şarkıları. Kıs kıs gülecekler arkamızdan belki,…

Psişik Mevzular 6, ” Açık Bilinci Tavsiye Etmiyoruz! “

Birisi, kendi kendine “kendimi çok iyi hissediyorum…” dediği anda o iyi hissediş halini, o anda kaybetmiş demektir. Çünkü; “kendini iyi hissetmek”  hali ancak bilincin devre dışı kaldığı durumlarda söz konusudur. Bu durum fark edilip de dile döküldüğü anda bilinç devreye girer ve o iyi hissediş hali yerini “Neden acaba?”ya bırakır… Hülasa, bilinç devrede iken yapılan hiçbi’şey kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak gücü ve kalıcılığı sağlayacak nitelikte değildir… Bu ” iyi olmak için bi’sebebim yok zaten ” anlamına kesinlikle gelmez. Hadi diyelim ki an itibariyle yana yakıla iyi olmak için bi’sebep arıyorsunuz ve yine diyelim ki kıyısından köşesinden de olsa idare edecek cinsten bi’sebep buldunuz. İyi oldunuz mu peki? Hiç sanmıyorum. Çünkü sebep aramak işi bile başlı başına bilincin uzmanlık alanıdır. Açık…

Nöbette Reçeteye Notlar-IV

Vahdettin hain miydi? 1500’lerin Batı’sını, ondan 400 yıl sonra yakaladığımızın en güzel örneklerinden bir tanesidir herhâlde. Gülerken de ağlarken de ölçüyü kaçırmayan ben sonunda sevgide de nefrette de muasır medeniyet seviyesine ulaşmış bulunuyorum. Tebrik etsenize! Takım tutmak adına şiddeti de, sevmek adına cinayeti de o yüzden yapıyorum. Anlayın beni! Sıkıldım artık Doğu’nun aşırıya kaçmayan, uçlarda gezmeyen tavrından. Heyecan arıyordum bunca zamandır hayatımda ve buldum kime ne? İtiraf ediyorum. Bıktım içimdeki mutluluğu yirmi masa ötedeki çiftin duymamasından. Cenazede üzülmüyor gibi sadece gözyaşı dökmek ayıp gibi geliyor bana. Bağırmalı, yan köydekileri bile acıma ortak etmeliyim. Evlenirken şehrin göbeğinde müziği cenazesi olan da gelsin düğünüme oynasın rahatlasın diye son ses açmıyorum. Bir kere evleniyoruz burada, ölenle ölünmüyor ya. Evet ben bir Batı’lıyım dostlar.…